
Manevi tazminatın bir tanımı yapılmamıştır. Kuşkusuz bu da maddi tazminat gibi “zarar” kavramı içerisinde yer alması gereken bir tazminat türüdür. Maddi zarar genellikle “malvarlığında eksilme” olarak tanımlandığına göre, manevi zararı “kişi varlığında eksilme” (TBK.56, BK.47) ve “kişi haklarına zarar verme” (TBK.58, BK.49) olarak niteleyebiliriz.
Kişi varlığını ve kişi haklarını “yaşama hakkı, sağlık hakkı, beden bütünlüğü, onur, özel yaşam, ad ve aile saygınlığı, mesleki ve toplumsal saygınlık” olarak özetleyebiliriz.
Ancak bu tanım yeterli değildir. Manevi tazminatı daha iyi kavrayabilmemiz için uygulamada ve toplum yaşamında neyin karşılığı olduğunu, neyin amaçlandığını; hak ve adalet kavramları çerçevesinde manevi tazminata nasıl bir işlev yüklenmesinin uygun olacağını saptamamız gerekmektedir. Eğer bunu doğru yapabilirsek mahkemelerce “takdir” edilecek manevi tazminata ortak bir ölçü bulmamızın mümkün olabileceğini umuyoruz.
Öğretide manevi zarar, kimilerince acı, üzüntü, öfke, kin duygusu ve ruhsal dengenin bozulması gibi “duygu zararları” olarak nitelenmiş; bu görüşe karşı çıkanlar, manevi tazminat isteminin duygulara dayandırılmasının, kaza sonucu bilinç kaybına uğrayan veya ayırtım gücünden yoksun kalan kişilerin manevi tazminat isteyememeleri sonucunu doğuracağını, oysa bunların da manevi tazminat isteme hakları bulunduğunu; ayrıca tüzel kişilerin de manevi tazminat isteme hakları olduğuna göre “duygu zararı” görüşünün yetersiz kalacağını savunmuşlardır.
Duygu zararı görüşüne karşı çıkanlara göre manevi zarar, kişilik değerlerinden herhangi birinde meydana gelen eksilmedir. Kişinin hukukça korunan (yukarda belirttiğimiz) yaşama ve sağlık hakkına, beden bütünlüğüne, onuruna, özel yaşamına, adına, ününe, aile, mesleki ve toplumsal saygınlığına zarar verilmiş olması manevi tazminat isteminin haklı nedenleri olmalıdır.
2- Manevi tazminat isteminin haklı nedenleri
- a) Trafik kazasında ölen kişinin yakınları acı ve üzüntü içinde gözyaşı dökecekler, yas tutacaklar; ancak doğal ölümden farklı olarak, ölüme neden olan kişiye karşı öfke, kin, öç alma isteği duyacaklardır. Her ne kadar öç almaya kalkışmayacaklardır ama, en ağır cezanın verilmesini isteyecekler, ceza mahkemesi bekledikleri kararı vermezse buna isyan edecekler, adaletin gerçekleşmediği duygusuna kapılıp üzüleceklerdir. İşte bütün bunlar “duygusal tepki” niteliğinde olup, manevi tazminat isteminin haklı nedenlerinden bir bölümü olarak kabul edilmektedir.
Ancak, öğretide de belirtildiği üzere, manevi tazminat isteminin haklı nedenleri acı ve üzüntü gibi “duygusal” tepkilerle sınırlı olmayıp, ondan daha fazlası, ölenin yakınlarının “yaşam koşullarının değişmesi ve kişilik değerlerinin eksilmesi”dir.
Ölüm nedeniyle duyulan acı, üzüntü, öfke, kin ve öç duygusu zamanla hafifler, halk deyimiyle ölenle ölünmez, yaşam devam eder ama, ölenin yarattığı boşluk ekonomik olmanın çok ötesindedir. Ölümle geleceğe yönelik hayaller, beklentiler sona ermiş, umutlar sönmüştür.
Çocuklar, anne veya baba sevgisinden yoksun kalmışlar, daha iyi yaşam ve öğretim olanakları ortadan kalkmıştır. Onlar artık öksüz veya yetimdir; bu kimlikleriyle kendilerine yeni bir yol çizmeye çalışacaklar; kişilikleri değişen koşullara göre biçimlenecektir.
Dul kalan eş, karı-koca arasındaki sevgi bağından ve doğal gereksinimden yoksun kalmıştır; bu insan yaşamında yadsınamaz bir gerçekliktir. Ayrıca, çocukların iyi yetişmesi için kendisine yeni bir yol çizecek, tek başına başarmaya çalışırken fiziksel yönden yıpranacak, ruhsal sıkıntılar çekecektir.
Çocuğun ölümüyle anne ve baba, yaşamlarının sonuna kadar evlat acısını içlerinden atamayacaklar; her an çocuklarının yokluğunu hissedeceklerdir. Hele ölen tek çocuksa ve yaşlarına göre yeniden çocuk sahibi olma olanağı kalmamışsa, bu tam anlamıyla yaşam değerlerinde köklü bir eksilme olacaktır.
Bütün bunlar parayla ölçülmesi olanaksız, maddi tazminat konusu olamayan manevi zararlardır. Asıl bunlar manevi tazminat isteminin haklı nedenleri olmalı; bunların parasal değerlendirmesinde, maddi tazminat hesaplarının yetersizliğini tamamlayan, maddi tazminat benzeri bir hesaplama yöntemi oluşturulmalıdır.
- b) Trafik kazasında bedensel zararlar yönünden manevi zararı ele alalım:
Yaralanan kişi, olay anında bedeninde acı duyacak, korku ve paniğe kapılacak; hastanede tedavi edilirken,ameliyat olurken ağrılar, acılar içinde kıvranacak; kazayı yara almadan atlatmış olsa dahi ruhsal yönden sarsılmış olacaktır. Eğer kaza geçiren kişi organ kaybına uğramışsa, organlarında bir zayıflama ve eksilme olmuşsa, yaşam boyu bunun acısını duyacaktır.
Ama manevi tazminat isteminin haklı nedenleri, acı ve üzüntü duymanın, ruhsal sarsıntı geçirmenin çok ötesindedir. Beden gücü kaybına uğrayan kişinin yaşam koşulları değişmiş; kişi varlığında ve kişilik değerlerinde, beden bütünlüğünde eksilme olmuştur. Bu eksilme yüzünden yaşamına yeni bir yön vermesi gerekecek; kaza geçirmeden önceki yaşamını, geleceğe yönelik planlarını, tasarılarını tümüyle değiştirmek veya bir bölümünü yaşamından çıkarmak zorunda kalacaktır.
Organ kaybı nedeniyle meslek yaşamı biten kişinin, meslekte ilerle şansını yitirmekten ve kişilik değerlerinde eksilmeden doğan ruhsal denge bozukluğu, bu yüzden duyacağı acı ve üzüntünün çok üzerindedir. Eli sakatlanan bir keman veya piyano sanatçısının, artık ameliyat yapamayacak olan operatörün, maddi zararın çok ötesinde manevi kayıplarını giderecek bir tazminat ölçüsü belirlemek mümkün olabilir mi? Sakat kalma yüzünden spor yaşamı biten futbol oyuncusunun parlak geleceğinden yoksun kalması, eğer sakat kalmasaydı alacağı çok yüksek transfer ücretleriyle kıyaslanabilir mi ? Bu tür zararlar 6098 sayılı TBK’nun 54.maddesi 4.bendinde “ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar” olarak yer almış olup, bu kayıplar yalnız maddi değil, manevi kayıpları da kapsamaktadır. Ama nedense uygulamada bunlar yeterince değerlendirilmemektedir.
Yaşam boyu başkasının bakımına muhtaç olacak derecede sakat kalan kişinin manevi zararını acı, üzüntü, mutsuzluk, umutsuzluk gibi duygusal değerlerle ölçebilir miyiz? Kimbilir gelecekte neler yapabilecek, ne başarılar elde edecekti. Üstelik yaşamın en mutluluk verici zevklerinden cinsel birliktelikten yoksun kalmıştır, genç biriyse artık evlenemeyecek, çocuk sahibi olamayacak; evliyse eşi artık sevgili değil, eğer katlanabilirse hastabakıcı olacaktır. Bedensel zarara uğrayan kişinin manevi tazminat istemi değerlendirilirken, yukarda verdiğimiz örnekler anımsanmalı; hakça ve adaletli bir ölçü arayışına girilmelidir.
3- Manevi zararların “tazminat” olarak değerlendirilmesi
- a) Yukardan beri yaptığımız açıklamalarda yer alan örneklerde görüldüğü gibi, trafik kazasında yaralanan kişinin, ölenin yakınlarının veya ağır bedensel zarara uğrayan kişinin yakınlarının manevi zararları, zamanla hafifleyecek olan acı ve üzüntünün, duygusal tepkilerin çok ötesinde, yaşam boyu sürecek olan ve öğretide “kişi varlığında eksilme” ve “kişilik değerlerinde değişme” olarak tanımlanan, yaşam biçimlerinde ve kişiliklerin oluşumunda değişikliğe neden olan, iş ve meslek değiştirme ya da mesleğe son verme zorunda bırakan, geleceğe yönelik beklentileri sonlandıran, umutları ve hayalleri söndüren, bazı zevk ve alışkanlıklardan yoksun bırakan manevi kayıplardır.
- b) Yargıçlar manevi tazminata hükmederken, bütün bu yaşam gerçeklerini dikkate almalı; acı, üzüntü gibi her kişiye göre değişen ve zamanla hafifleyen öznel (sübjektif) duygu zararlarının ötesine geçip, zarar görenlerde yaşamboyu sürecek nesnel (objektif) değişimleri, yaşamdaki ve sağlıktaki kalıcı etkileri değerlendirmek suretiyle manevi tazminata doğru ve hakça bir ölçü bulmaya çalışmalı; hiçbir ilkeye dayanmayan “azlık-çokluk” saplantısından kurtularak, her tazminat isteğinde, mutlaka gerekli ve zorunlu imiş gibi “keyfi” indirimlerden kaçınmalıdırlar.
- c) Yargıtay kararlarında, yerel mahkemelerce hükmedilen manevi tazminat tutarları değerlendirilirken, sıkça başvurulan 22.06.1966 gün 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ortak bir değer ölçüsü verilemediği gibi, yolgösterici nitelikte de değildir. Kararda “manevi tazminat, ne bir ceza, ne de gerçek manasında bir tazminattır” biçiminde tarihsel gelişime ve manevi tazminatın işlevine aykırı bir tanım yapıldıktan sonra, “cismani zarara uğrayan kimsede veya ölenin yakınlarında önemli bir manevi zarar (elem, ızdırap) husule gelmeli, yani gerçekten manevi bir tatmin ihtiyacı doğmuş bulunmalı; mağdurda veya zarar uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu yaratmalı” biçiminde açıklamalar yapılmıştır.
- d) Öğretide, Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararındaki, manevi tazminatın işlevine ilişkin elem, ıztırap, huzur hissi, tatmin duygusu“ gibi nitelendirmeler eleştirilmekte; kişi varlığına yönelik, kişisel değerlerin ve beden bütünlüğünün ihlal edilmesini, acı, üzüntü, elem, hüzün gibi duyguların hissedilmesine” bağlamanın; manevi tazminatı, “duygu zararları” denilen öznel (sübjektif) görüşlerle sınırlamanın yanlış olduğu; manevi zararı “kişi varlığında eksilme” (TBK.56, BK.47) ve “kişi haklarına zarar verme” (TBK.58, BK.49) olarak tanımlayan; kişi haklarını “yaşama hakkı, sağlık hakkı, beden bütünlüğü, onur, özel yaşam, ad ve aile saygınlığı, mesleki ve toplumsal saygınlık” olarak gören nesnel (objektif) görüşe ağırlık verilmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. [2]
II- KİMLER MANEVİ TAZMİNAT İSTEYEBİLİR
1- Ölenin yakınlarının manevi tazminat istekleri
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.maddesi 2.fıkrasına göre “Ölüm halinde, yakınlarına manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.”
Burada ilk açıklığa kavuşturulması gereken “yakınlar” kimlerdir ? Kişi yaşamında yakınlar, kişi evliyse başta eş ve çocuklardan oluşan çekirdek aile bireyleri; bekarsa anne ve baba ile kardeşlerdir. Son sırada anne baba yönünden gelinler, damatlar ve torunlar yer alır.
Geniş aile kavramı içinde en yakınlar amca, hala, dayı, teyze ile bunların eş ve çocuklarıdır. Akrabaların dışında, kişilerin yaşamında akrabadan ileri, akrabadan daha yakın arkadaşlıklar, dostlar, sırdaşlar vardır.
Bütün bu yakınları sayarken, konu manevi tazminata geldiğinde, asla abartmamak ve manevi tazminat isteyebilecekleri “dar aile kavramı” içinde sınırlamak doğru olacaktır.
Bu genel açıklamalardan sonra, olağan yaşam koşulları içinde ve bize göre, ölüm nedeniyle manevi tazminat isteyebilecek olanları birer birer ele alalım:
- a) Eşin manevi tazminat isteği
aa)Eş denilince, manevi zarar yönünden sevgi bağlarını en öne koymak gerekir. Nikahlı olsun veya olmasın evlilik ve birliktelik “sevgi” ile başlar. Gerçi evliliğin ileri aşamasında kimi birliktelikler alışkanlık haline gelir ama, karşılıklı görevleri yerine getirme, aile birliğini sürdürme, çocukların bakımı ve yetiştirilmesi gibi maddi olanakları yaratma ve sürdürmenin yanı sıra, huzur ve mutluluğu sağlama da gerekli bir ihtiyaçtır. Eşin ölümüyle sağ kalan eş, maddi yönden destekten yoksun kalırken, manevi yönden bir sevgiliden, hayat arkadaşından, yılların birikimi dostluktan, dayanışmadan; eğer gençse, yeme-içme kadar yaşamsal bir ihtiyaç olan cinsel birliktelikten de yoksun kalmış olur. Çocuklar küçükse veya öğrenim çağında iseler, sağ kalan eş tek başına onların sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalacak; ölen maddi olanaklar sağlamış olsa dahi, ölenin yarattığı boşluğu hiçbir biçimde doldurmak mümkün olamayacaktır. Bütün bunlar, ölenin bıraktığı acı ve üzüntünün çok ötesinde ve ilerisinde, sağ kalan eşte ruhsal ve bedensel sarsıntılara, kişilik değişikliğine neden olacaktır.
İşte bütün bunlar eş için manevi tazminata hükmedilirken dikkate alınması, ölçülüp tartılması gereken hususlardır.
bb)Bu arada şu uyarıyı yapalım ki, maddi tazminatta söz konusu evlenme şansı indirimi, manevi tazminat takdirinde farklı değerlendirilmeli; maddi tazminatta genç kadınlar için yapılan yüksek oranda indirim, çocuklar küçükse, anne bakımına ihtiyaçları varsa, indirim çok düşük tutulmalı, hatta hiç indirim yapılmamalıdır. Uygulamada AYİM tablosuna göre her bir çocuk için %5 indirim son derece yetersizdir. Çünkü küçük çocukları olan dul kadınla, genç de olsa, güzel de olsa kimse evlenmek ve sorumluluk almak istememektedir. Bunu uzun yıllar süren gözlemlerimize dayanarak söylüyoruz.
cc)Ülkemizde bir nikahsız evlilik gerçeği vardır. Hele çocuklar da varsa, bu durum resmi evlilik gibi kabul edilmeli; bazı Yargıtay kararlarındaki gibi nikahsız eşin evlenme şansının yüksekliği savında bulunulmamalı; özellikle çocuklar varsa nikahlı eş ile nikahsız eş arasında ayrın yapılmamalı; çocukların küçük dikkate alınarak manevi tazminata yüksek miktarda hükmedilmelidir.
dd)Nişanlıların evlilik hazırlığı içinde bulunmaları kanıtlanmak koşuluyla, sevgi bağlarının en sıcak, haz ve mutluluk duygsunun en yüksek olduğu bir zaman diliminde meydana gelen ölüm, yüksek miktarda bir manevi tazminat istemini haklı kılmalıdır.
- b) Çocukların manevi tazminat isteği
aa)Küçük çocukların annelerini yitirmeleri onları derin acılar içinde bırakacak, adeta bir boşluğa düşecekler, günlerce ağlayıp çırpınacaklardır. Babalarını yitirmelerinın acısı, annelerine oranla daha hafif olacaktır. Ama küçük çocukların, büyüklerden farklı olarak acıları, üzüntüleri kısa sürede hafifleyecek; belki de büsbütün unutacaklardır. Ancak büyürlerken, anne ve babadan yoksunluğun, öksüz veya yetim kalmanın ne olduğunun ayırdına varacaklar; bu bilinçlenme onların kişilik oluşumunu etkileyecektir. İşte asıl bu noktada manevi tazminatın anlamı ve işlevi ortaya çıkmaktadır.
bb)Henüz hiçbir şeyin farkında değilken, anne veya babaları ölen 0-4 yaş arasındaki çocuklar için manevi tazminata hükmedilirken, takdir edilecek manevi tazminat miktarı yetişkin çocuklarınkinden farklı olmamalıdır. Çünkü onlar da belli yaşa geldiklerinde öksüz ve yetimliğin, anne ve baba yokluğunun ayırdına varacaklar; okuldaki arkadaşlarının anne ve babalarının olması, onlarda kıskançlık duygusu yaratacak; geçmeyen bir üzüntüyle mutsuz olacaklar; kişilikleri, anne babası olanlardan farklı biçimde gelişecektir.
cc)Henüz bilinç düzeyinde olmayan küçük çocuklardan söz ederken, hangi yaşta olursa olsun zihinsel engelli çocuklar için de manevi tazminat istenebileceği öğretide baskın görüş olup, onlar anne ve babanın ölümü nedeniyle acı ve üzüntü duymasalar,ağlayıp yas tutmasalar bile, eksikliklerini, yokluklarını az çok duyumsayacaklardır; bu nedenle, veli veya vasi aracılığı ile onlar için de manevi tazminat istenebilmelidir, denilmektedir.[3]
- c) Yetişkin çocukların manevi tazminat istekleri
Yargıtay kararlarıyla ve öğretiden görüşlerle yıllar içinde oluşan ilkelere göre, anne veya babası ölen çocuklar, kural olarak erkek ise (18) yaşına kadar, orta öğretimde iseler (20) yaşına karar, kız çocuklar (22) yaşına kadar; yüksek öğrenim görüyorlarsa, kız-erkek ayrımı yapılmadan (25) yaşına kadar maddi destek görürler.
İşte, yukarda belirtilen yaşları geçmiş ve destek tazminatı isteyemeyecek olan yetişkin çocuklar, anne veya babalarının ölümü halinde yalnızca manevi tazminat isteyebilirler. Uygulamada bu konuda da yanlış bir zihniyet yer etmiş bulunmakta; manevi zararı yalnızca “duygu zararı” olarak niteleyen, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında denildiği gibi, manevi tazminatı “acı ve üzüntüyü yatıştırma, huzur ve tatmin hissi yaratma” aracı olarak gören anlayış yüzünden, yetişkin çocukların acı ve üzüntülerinin daha hafif olacağı, kısa zamanda yatışacağı düşüncesiyle, çok düşük miktarlarda manevi tazminata hükmedilmektedir. Bunun doğru olmadığını düşünüyoruz.
- d) Çocuklarını yitiren anne ve babanın manevi tazminat istekleri
Ölen çocuk kaç yaşında olursa olsun, ister küçük, ister yetişkin, hatta ileri yaşta olsun “evlat acısı” hep aynıdır. Çünkü anne baba için çocuklar sevgidir, sevinçtir, mutluluktur, geleceğin umududur; ileri yaşlarda ise güvendir, dayanaktır, sığınaktır. Çocuk sahibi olmak için her türlü zorluğa katlanılır; bir takım sağlık engelleri varsa, bunları aşmak için her yola başvurulur. Tek çocuklu olup, bir daha çocuk yapamayacak durumda olan eşler için, çocuğun ölümü tam bir felakettir; dünyaları kararır, onlar için yaşam çekilmez hale gelir. Evlat acısı gelip geçici değildir, başka acılarda olduğu gibi, zamanla hafiflemez, her geçen yıl artar; o hiç doldurulamayacak olan bir boşluktur.
Ölen çocuğun maddi desteğinden yoksun kalan anne ve babanın tazminatı, uygulamada çok düşük miktarlarda hesaplanmaktadır; bugüne kadar bu haksız ve adaletsiz uygulamanın önüne geçilememiştir. Bu nedenlerle, çocuğunu kaybeden anne ve baba için manevi tazminat çok yüksek miktarda istenmeli; istek fazla abartılmamış olmak koşuluyla, yargıçlar bunu kırpmadan, azaltmadan hüküm altına almalı; böylece maddi tazminat hesabındaki yetersizlik, manevi tazminatla giderilmelidir. Buna öğretide, manevi tazminatın tamamlayıcı (telafi edici) işlevi denilmektedir.
- e) Kardeşlerin manevi tazminat istekleri
Kardeşler bize göre çekirdek aile içinde yer alan yakınlardandır. Onlar yaşamları boyunca birbirlerinin manevi desteği, biri ötekinin koruyucusu, kollayıcısıdır. Bu nedenle, kardeşin ölümü, anne babanın ölümü kadar olmasa da, büyük acıdır. Ayrıca maddi yönden kardeşin kardeşe destekliği son derece sınırlı koşullarda kabul edildiği için, bu eksiği kapatmak için uygun miktarda manevi tazminat istenmeli, uygun miktarda manevi tazmihata hükmedilmelidir. Burada da manevi tazminatın tamamlayıcı (telafi edici) işlevi söz konusudur.
- f) Torunlar, dede ve nenelerinin ölümünden dolayı; dede ve neneler torunlarının ölümünden dolayı manevi tazminat isteyebilirler mi ?
Biz bunun çok sınırlı koşullarda mümkün olacağı düşüncesindeyiz. Bunun somut örneklerini yargıya yansıyan olaylarda buluyoruz. Örneğin, çocuklar küçük yaşta iken, anne ve baba trafik kazasında ölmüşler; onları büyükbaba ve büyükanne yetiştirmiştir. Bu durumda dede-nene ve torun ilişkisi anne-baba ve çocuklar ilişkisine dönüştüğünden, birbirlerinden hem destekten yoksunluk tazminatı, hem manevi tazminat isteyebilirler. Bunun dışında dede ve nene ile torunlar ilişkisi abartılmamalıdır.
2- Bedensel zarara uğrayanın manevi tazminat isteği
- a) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.maddesi 1.fıkrasında “Hakim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir” denilmiş olup, madde metnindeki “zedelenme” deyimi öğretide doğru bulunmamakta, bunun yerine “ihlal” kavramının kullanılması önerilmekte; “zedelenme” daha çok “vurma, çarpma, ezilme” durumlarını çağrıştırdığından, bedensel zararın “ruhsal bütünlüğü” de kapsaması için “beden bütünlüğünün ihlali” denilmesi daha doğru bulunmaktadır.[4] Bize göre de “beden bütünlüğünün bozulması ve sarsılması” denilmesi durumunda da, bu deyim hem organ kaybı veya organ zayıflamasını, hem de ruhsal dengenin bozulmasını kapsayacaktır. Beden ve ruh bir bütün olduğuna göre, kısaca “beden ve ruh bütünlüğüne zarar verilmesi” de denebilir.
Gerçekten, bedensel zararlar nedeniyle manevi tazminat istenebilmesi için, kişinin geçici veya kalıcı beden gücü kaybına uğraması, bedeninde bir eksilme meydana gelmesi, şart değildir. Hatta geçirdiği kazayı yara almadan atlatmış olması durumunda dahi manevi tazminat isteyebileceği Yargıtay kararlarıyla kabul edilmiş; bu kararlarda “ Davacının beden gücü kaybı olmasa bile, sinir bozukluğu ve ruh bütünlüğünün ihlali nedeniyle manevi tazminata hükmedilmelidir. Maluliyet oranı %0 (sıfır) olsa dahi, iş kazası sonucu oluşan rahatsızlık nedeniyle üzüntü ve elem duyulacağı, vücut bütünlüğünün zarara uğraması, ruh bütünlüğünün ihlali, sinir bozukluğunun oluşması kaçınılmaz olduğundan, manevi tazminata karar verilmelidir” denilmektedir.[5]
- b) Bedensel zarar nedeniyle manevi tazminatı, acı ve üzüntü duygusunu giderme aracı olarak görmek, organ kaybını yaşam boyu sürecek bir eksiklik duygusu olarak nitelemek, bu tür zararları hafifsemek olur. Manevi tazminat isteminin asıl nedeni, beden gücü kaybına uğrayan kişinin yaşam koşullarının değişmiş ve kişi varlığında ve kişilik değerlerinde, bir eksilme meydana gelmiş olmasıdır.
Konuyu örnekler üzerinden sürdürürsek, beden ve ruh bütünlüğünün bozulması ve sarsılması ile organ kayıplarında “manevi zararın” boyutlarını daha iyi görmüş oluruz.
Örneğin, eli sakatlanan piyano veya keman sanatçısı artık mesleğini sürdüremeyecek, gelecekteki parlak başarı (virtüozluk) umutları sönecek; müzik yaşamını başka biçimde sürdürmek zorunda kalacaktır. Aynı biçimde eli veya kolu sakatlanan, hatta yalnızca bir parmağı kopan operatör, artık ameliyat yapamayacak; hekimliğini sürdürebilmek için yeniden başka bir dalda uzmanlık edinme yolunu seçecektir. Ayağı veya beli sakatlanan sporcunun spor yaşamı sona erecektir. Örneğin futbol oyuncusunun yüksek transfer ücretleriyle kazanç kaybına uğraması bir yana, geleceğe yönelik parlak başarılarla ünlü bir sporcu olma hayalleri, umutları sönecektir. Bir subayın sakat kalması sonucu malulen emekli olmak ve mesleğini bırakmak zorunda kalması, yüksek rütbelere ulaşma özleminden onu yoksun bırakacak; bütün bunlar yaşama bakışını değiştirecek, kişiliğini etkileyecektir.
Yukardaki meslek yaşamının sona ermesi veya meslek değiştirmek zorunda kalma örnekleri, 6098 sayılı TBK’nun 54.maddesi 4.bendinde “ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar” olarak yer almış olup, bu kayıplar yalnız maddi değil, manevi kayıpları da kapsamaktadır. Ama nedense uygulamada bunlar yeterince değerlendirilmemektedir.
Aynı madde kapsamında değerlendirilmesi gereken durumlara şu örnekleri verebiliriz: Yüzünde kalıcı izler oluşan, yüz şekli değişen, çirkinleşen bir genç kız, görselliğin çok önemli olduğu günümüzde iyi iş olanaklarından yoksun kalacak; istediği gibi bir evlilik yapamayacaktır. Hele manken, televizyon sunucusu, tiyatrocu, sinema ve dizi film oyuncusu olanların sakat kalmaları veya çirkinleşmeleri bu meslekleri sona erdirecektir.
- c) Ruhsal ve sinirsel bozukluklar da manevi tazminat konusu olabilmektedir. Haksız eylemin malvarlığında ve kazançlarda bir eksilmeye yol açmamış, tedavi giderlerini dahi gerektirmemiş olması nedeniyle maddi tazminat istenemeyecek durumlarda, manevi tazminat, maddi unsurların yokluğunu giderici bir işlev görecek, bir tür denkleştirme sağlayacaktır. Bu konuda pek çok karar örnekleri olup, “Borçlar Kanunu 47.maddesindeki (TBK.56.maddesindeki) bedensel zarar kavramına ruhi bütünlüğün ihlali, sinir bozukluğu veya hastalığı (ruhi ve asabi sağlık bütünlüğü) gibi hallerin girdiği kabul olunmaktadır.” [6]
Buna ilişkin somut örnekte, geçirdiği kazayı bazı ufak tefek sıyrık ve yaralarla atlatan, ancak ruhsal sarsıntıyı atamayan davacıya, tedavi gördüğü hastanede “posttravmatik stres” bozukluğu tanısı konulmuş; daha sonraki muayenede gelişen “majör depresyon” ve “fobik anksiyete paranoit” belirtisi bulunduğu; kişinin ego bütünlüğünü korumakta zorlandığı ve parçalanma anksiyete yaşadığı saptanmıştır.[7] Bu durumda, maddi tazminatın yetersizliği, manevi tazminatla giderilmek gerekecektir.
3- Yaşam boyu bakıma muhtaç kişinin manevi zararı
- a) Yaşam boyu başkasının bakımına muhtaç olacak derecede sakat kalan kişinin manevi zararı acı, üzüntü, mutsuzluk, umutsuzluk gibi duygusal değerlerle ölçülemez. Artık onun yaşamı büsbütün değişmiştir. Çocuksa artık koşup oynayamayacak, okula gidemeyecek, evlenemeyecek, zor koşullar altında yaşayacaktır. Yetişkin biriyse, bir mesleği varsa, artık onu yapamayacak; gezip eğlenemeyecek, yaşamın bir çok zevklerinden yoksun kalacak, umutsuz, mutsuz, yiyip içmek dışında tekdüze bir yaşam sürdürürken yakınlarına ağır bir yük olacak, onların da yaşamlarını alt üst edecektir. Bekarsa evlenemeyecek, çocuk sahibi olamayacak; evliyse eşi artık sevgili değil, eğer katlanabilirse hastabakıcı olacaktır.
Bedensel zarara uğrayan kişinin manevi tazminat istemi değerlendirilirken, yukarda verdiğimiz örnekler anımsanmalı; hakça ve adaletli bir ölçü arayışına girilmelidir.
- b) Bakıma muhtaç olacak derecede ağır bedensel zarara uğrayan, bu arada bilincini ve ayırt etme gücünü de yitiren kişinin manevi tazminat isteyip isteyemeyeceği öğretide tartışılmış; manevi zararları “duygu zararı” olarak niteleyen görüşe karşı çıkan ve “kişilik değerleri” kavramını öne alan objektif görüş yanlıları, bilincini yitirmiş olsa da bu durumdaki kişinin sağlıklı yaşama hakkının elinden alınmış ve kişilik değerlerine zarar verilmiş olması nedeniyle, velisi veya vasisi aracılığıyla manevi tazminat isteyebileceğini savunmuşlardır.[8]
- c) Yaşam boyu bakıma muhtaç kişinin bakımı için, çok zengin ailelerde hastabakıcı tutulması gibi ayrık durumlar dışında, bakım işini yüzde doksandokuz aile bireyleri üstlenmiş olacak; bu durum onlar için ağır bir külfet oluşturacak; bakıma muhtaç kişinin olduğu kadar, onların da yaşamları köklü bir biçimde değişecektir.
Bazı Yargıtay kararlarında, yaşamboyu bakım işini üstlenmek zorunda kalan aile bireylerinin ağır bir yükün altına girmiş olacakları, sakat kalan kişi kadar onların da yaşam koşullarının zorlaşacağı dikkate alınmaksızın. anlaşılmaz bir duyarsızlıkla bakıma muhtaç kişinin aile birliği içinde bakılacağı; evli ise, eşinin TMK.m.185’e göre yardım yükümlülüğü bulunduğu, bu nedenle tazminattan indirim yapılması gerektiği” biçiminde, yaşam gerçekleri gözardı edilerek, zarar sorumlularının tazminat yükünü azaltıcı, asla hakça olmayan kararlar verilmekte; bakım giderlerine lişkin bu kararlar, yaşamboyu bakıma muhtaç kişi için takdir edilecek manevi tazminat miktarına da yansımaktadır.
Bu tür yanlış ve haksız kararlar için bir Yargıtay kararında “Hukuka aykırı olarak gerçekleşen zararın, zarar görenin kendi imkanlarıyla veya aile bireyleri tarafından giderilmesi, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Aksi görüş, zarar gören yerine, hukuka aykırı eylemle zarar veren kişinin korunmasını ortaya çıkarır ki, bu da hak ve adalet ölçülerine ters düşer“[9] denilmiştir.
Neyse ki, Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin son üç yıla ilişkin kararlarıyla bu yanlıştan dönülmüş; yaşam boyu bakıma muhtaç kişinin bakımının, aile bireyleri tarafından üstlenilmesi onlar için “ağır bir külfet” oluşturacağından, hesaplanan bakım giderlerinden indirim yapılması doğru bulunmamış; indirim yapılmaması gerektiği yönünde kararlar verilmeye başlanmıştır.[10] Bu olumlu kararların, gerek yaşamboyu bakıma muhtaç kişi için, gerek onun yakınları için takdir edilecek manevi tazminat tutarlarına da yansıması ve hakça kararlar verilmesi beklenmelidir.
4- Ağır bedensel zararlarda “yakınların” manevi tazminat isteyebilmeleri
- a) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.maddesi 2.fıkrasında “Ağır bedensel zarar” veya ölüm halinde, zarar görenin veya ölenin “yakınlarına” da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir” denilmiştir.
Bu, önceki yasada bulunmayan yeni bir hüküm olup, “ağır bedensel zarar” gören kişinin “yakınlarının” manevi tazminat isteyebilmeleri için, başlarına gelen olaydan dolayı zarar görenle ayrı derecede, hatta daha fazla etkilenmiş; yaşam koşullarının, zarar görenle birlikte, sürekli ve kalıcı olarak, az veya çok ya da köklü biçimde değişmiş, ayrıca bir takım yükümlülükler üstlenilmiş olması gerekir. Özellikle ağır bedensel zarara uğrayan “yaşam boyu bakıma muhtaç” hale gelmişse, bu durum aile bireyleri (yakınlar) için ağır bir yük oluşturacak; bakıma muhtaç kişiyle birlikte onların da yaşam biçimleri değişecek; bir çok şeylerden vazgeçmek zorunda kalacaklar, keyiflerince yaşama, gezme, bir yerlere gitme olanakları azalacak, kısıtlanacaktır. Hele sakat kalan, örneğin felç olan kişi evli ise, eşlerin cinsel yaşamlarını sürdürme, çocuk yapma olanakları ortadan kalkacak, mutsuz ve renksiz bir yaşama katlanmak zorunda kalacaklardır. Yaşam boyu bakılacak olan küçük bir çocuksa ve anne çalışan biriyse, ailenin geliri bakıcı tutacak derecede değilse, anne sakat çocuğuna bakmak için işini ve mesleğini bırakmak zorunda kalacak; bu durum ailenin gelirini azaltacak, geçim kaynaklarını daraltacaktır.
İşte, ağır bedensel zarara uğrayan ile birlikte ve aynı derecede yakınlarının manevi tazminat istemlerinin haklı nedenleri, hem ağır bedensel zarara uğrayan kişinin, hem ona bakma yükümünü üstlenen aile bireylerinin (yakınların) yaşam koşullarının değişmiş ve kısıtlanmış olması; bazı yaşam biçimlerinden, mutluluk verici zevk ve alışkanlıklardan vazgeçilmek zorunda kalınması; bazı olanakların kaybedilmesidir.
- b) Gerçi, önceki 818 sayılı Bosrçlar Kanunu’nun 47.maddesinde, yakınlara yalnızca ölüm halinde manevi tazminat isteme hakkı tanınmıştı ve 6098 sayılı TBK 56/2.maddesindeki gibi bir hüküm bulunmuyordu ama, Yargıtay kararlarıyla bedensel zarara uğrayan kişinin yakınlarına manevi tazminat isteme olanağı sağlanmıştı. Yargıtay’ın bu tür kararları, (yaptığımız araştırmalara göre) ta 1983 yılından başlıyor, 6098 sayılı TBK’nun yürürlüğe girdiği tarihe kadar sürüyordu. Hatta ondan sonrasında, olaylar önceki yasa döneminde meydana gelmiş olsa bile, artık TBK’nun 56/2.maddesine göre hüküm kurulması gerekirken, önceki Yasa’nın 47 ve 49.maddelerine dayanılarak, betensel zarara uğrayanın yakınları için manevi tazminata hükmedildiği görülüyordu.
Önceki Yasa döneminde Yargıtay’ın “bedensel zarara uğrayan kişinin yakınlarına manevi tazminat isteme hakkı tanıyan” kararlarında, 6098 sayılı TBK’nun 56/2.maddesindeki
düzenlemeden farklı olarak, iki değişik görüşe, iki ayrı koşula dayanılmıştı. Öğretide bu görüş ve koşullardan birine “şok zararları” ve ötekine “duygu zararları” denilmiş olup, [11] Yargıtay kararlarının çoğunda bedensel zararın “ağır” olup olmadığına bakılmaksızın, yakınların manevi tazminat isteyebilmeleri için, şok zararlarında, ruhsal ve sinirsel yönden etkilenmiş, sağlıklarının bozulmuş olması; duygu zararlarında, şok zararlarında olduğu gibi, ruh ve beden sağlıklarının bozulması gerekli bulunmayıp, duygusal bütünlüklerinin, kişilik haklarının, kişisel değerlerinin zarar görmüş olması koşulları aranıyordu. [12]
6098 sayılı TBK 56.maddesi 2.fıkrasındaki düzenlemeyle, önceki yasa döneminde bedensel zarara uğrayan kişinin yakınlarının manevi tazminat isteyebilmelerine ilişkin Yargıtay kararlarında yer alan, “fiziksel ve ruhsal yönden sağlıklarının bozulması” veya “duygusal ve kişisel değerlerinin zarar görmesi” biçiminde özetlenebilecek iki koşulun yerini, bedensel zarara uğrayan ile birlikte yakınlarının yaşam koşullarının köklü bir biçimde değişmesi ve bedensel zararın “ağır” olması koşulları almıştır.
Geçmişten bugüne Yargıtay kararlarındaki, ağır bedensel zarara uğrayan kişinin yakınlarının manevi tazminat isteme haklarına ilişkin açıklama ve gerekçeleri incelemeden önce, TBK 56.maddesi 2.fıkrasındaki “ağır bedensel zarar” ve “yakınlar” kavramlarından neyin anlaşılması gerektiğini belirlemeye çalışaçağız.
- c) 6098 TBK’nun 56/2. maddesindeki “ağır bedensel zararlarda yakınların manevi tazminat isteyebilmelerine” ilişkin düzenlemenin incelenmesi ve değerlendirilmesi
Bu bölümün başlangıcında belirttiğimiz gibi, bedensel zarara uğrayan kişinin yakınlarının bu olaydan dolayı manevi tazminat isteyebilmeleri için, haksız ve hukuka aykırı eylem sonucu yaralanan kişinin durumunun “ağır bedensel zarar” niteliğinde olması birinci koşuldur.
Ağır bedensel zarara uğrayan kişinin “yakınlarının” manevi tazminat isteme hakkını elde edebilmelerinin ikinci koşulu, zarar görenle birlikte yakınların da yaşam koşullarının zorunlu olarak değişmiş olmasıdır. Bir başka anlatımla, yalnız “ağır bedensel zarara” uğrayan kişinin değil, onun “yakınlarının” da aynı olaya bağlı olarak yaşam koşulları değişmiş; artık bazı alışkanlıklarından, zevklerinden vazgeçmek zorunda kalmış; keyiflerince gezme, eğlenme, toplum içinde etkinliklere katılma olanakları kısıtlanmış; ayrıca zarar gören bakıma muhtaç halde ise, ona karşı ağır yükümlülükler üstlenmiş olmalıdırlar.
Ağır bedensel zarara uğrayan kişinin yakınlarının bu durumu, ölüm halinden çok daha ağırdır; çünkü, ölenle ölünmeyecek, acısı zamanla hafifleyecek, yokluğuna alışılacak; gerçi ölenin sağladığı olanakların belki de pek çoğundan yoksun kalınacaktır ama, yaşam devam edecek, yakınlar kendilerine yeni bir yol çizecekler, yeni durumlara uyum sağlayacaklar; bir yükümlülük üstlenmeksizin özgürce yaşamlarını sürdüreceklerdir. Buna karşılık yakınların, ağır bedensel zarara uğrayana karşı, yaşamboyu sürecek yükümlülükleri onların yaşamlarını kısıtlayacaktır.
Yukarda açıkladığımız ölüm durumundaki yoksunluklarla ve yaşam koşullarıyla, ağır bedensel zarara uğrayarak yaşam boyu bakıma muhtaç hale gelen kişinin yakınlarının yaşam koşullarını karşılaştırdığımızda, ağır bedensel zarara uğrayanın yakınlarının durumunun daha ağır, yaşam koşullarının kısıtlı ve daha zor olduğu sonucuna varıyoruz. O halde, yargıçlar, manevi tazminata hükmederken bu durumu göz önünde bulundurmalıdırlar.
Örneğin, ağır bedensel zarara uğrayarak yatalak hale gelen kişinin eşi ve çcukları, yaşamları boyunca gözlerinin önünde eş ve babalarının durumuna bakarak üzülüp duracaklar; ona karşı yükümlülükler üstlenecekler, bazı şeylerden vazgeçmek zorunda kalacaklar; ailece ve babalarıyla birlikte gezip eğlenemeyecekler, tatile gidemeyecekler, bir takım etkinliklere katılamayacaklardır. O kişi ölmüş olsaydı, bir süre ağlayıp üzüleceklerdi, yasını tutacaklar, yokluğuna kolay alışamayacaklardı ama, bir süre sonra acıları ve üzüntüleri hafifleyecek, yeni yaşamlarına alışacaklardı. Ölümle eş dul kalmış olsaydı, çocukların durumu ve yaşam koşulları elverdiğinde belki yeniden evlenecekti. Oysa, eşi felç olup yatalak hale gelmesi nedeniyle cinsel birliktelikleri sona ermiş; karı-kocalık bitmiş, eş hastabakıcı olmuştur. Sakat kalan kişi genç biriyse, henüz çocukları yoksa, artık çocuk sahibi olamayacakları için, hastabakıcı durumuna gelen eş, artık çocuk sahibi olma mutluluğunu tadamayacaktır.
Görüldüğü gibi, ağır bedensel zarara uğrayan kişinin yakınlarının durumu çok zor ve sıkıntılıdır. O nedenle yargıçlar manevi tazminata hükmederken yukardaki çizdiğimiz tabloyu gözönünde tutmalıdırlar.
Bu değerlendirme ve açıklamalardan sonra, şimdi TBK’nun 56/2.maddesindeki “ağır bedensel zarar” ve “yakınlar” kavramlarından neyin anlaşılması; bedensel zararların hangi durumlarda “ağır” sayılması gerekeceğini; manevi tazminat isteyebilecek olan “yakınların” kimler olabileceğini; hangi durumlarda yaşam koşullarının etkilenmiş ve değişmiş sayılacağını belirlemeye çalışalım.
- aa) Ağır bedensel zararın niteliği ve derecesi
TBK.56.maddesi 2.fıkrasında, yakınların manevi tazminat isteme hakkı, beden bütünlüğü bozulan kişinin durumunun “ağır” olması koşuluna bağlandığına göre, “ağır bedensel zarar” nedir, hangi durumlarda beden gücü kaybı “ağır zarar” kabul edilecektir?
Yasanın hazırlanışı sırasında 56.maddeye ilişkin Adalet Komisyonu Raporunda “Ağır bedensel zararın takdirinde, zarara uğrayan organların önemi, oluşan işgöremezlik oranı, uğranılan ruhsal zararın niteliği ve diğer durumlar gözetilecektir” denilmesine göre, bunları birer birer ele alalım:
aaa) Zarara uğrayan organların önemi
Adalet Komisyonu Raporunda, ağır bedensel zararın takdirinde “zarara uğrayan organların önemi” üzerinde durulduğuna göre, hangi organlar “ağır zararın” ölçüsü olacaktır?
İnsanların tam sağlıklı yaşayabilmeleri için bütün organları gereklidir ama, ağır bedensel zarar, önem derecesine göre, omurilik felci, bilincin sürekli kaybı, el-kol ve bacak kopması, her iki gözde görme kaybı, olarak sıralanmakta; “ağır zarar” denilince, en başa “yaşam boyu bakıma muhtaç” duruma gelme konulmaktadır.
Hangi durumlarda kişinin yaşam boyu bakıma muhtaç olacağı, 506 sayılı Yasa döneminde yürürlüğe konulan Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü’nün 11.maddesinde, 5510 sayılı Yasa döneminde yürürlüğe konulan Çalışma Gücü Ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Tespiti İşlemleri Yönetmeliği’nin 15.maddesinde açıklanmış olup, bunlar özetle:
“ileri derecede felç, tedavisi olanaksız akıl hastalığı, iki gözde görme kaybı, iki elin kaybı, bir kolun omuzdan, bir bacağın kalçadan kaybı, her iki bacağın kaybı, tedavisi olanaksız ağır hastalık, olağanüstü zayıflık, solunum yetmezliği nedeniyle solunum cihazına bağlı olma, giyinme ve beslenme bozukluğu, bağırsak ve mesane bakımı, kişisel hijyen ve tuvalet ihtiyaçları gibi günlük yaşam aktivitelerinin sağlanamaması” olarak açıklanmış; ayrıca tedavi edilemeyen bazı ağır hastalıklar sonucu oluşan beden gücü kayıplarının değerlendirilmesi tıp uzmanlarının takdirine bırakılmıştır.
Trafik kazalarında ağır yaralanan kişinin, yaşam boyu bakıma muhtaç duruma gelmesi, daha çok omurilik felci biçiminde görülmekte; yatağa bağlı yaşamak zorunda olan bu kişilerin belden aşağısı işlevini yitirdiği için, cinsel yaşamı da sona ermekte; bundan en çok zarar gören de eşi olmaktadır. Beyin hasarında yakınlar için bakım daha da zorlaşmaktadır. Organ kayıplarında kişinin sakatlık oranının yüzde altmışın (%60) üzerinde olması kesin “ağır bedensel zarar” ise de, bu oranın altındaki organ kayıplarının, kişinin iş ve meslek durumuna göre değerlendirilerek “ağır bedensel zarar” kapsamında sayılıp sayılmayacağının saptanması gerekmektedir. Aşağıda bunu yapmaya çalışacağız.
bbb) İşgöremezlik oranına göre değerlendirme
TBK’nun 56/2.maddesine ilişkin Adalet Komisyonu Raporunda, ağır bedensel zararın takdirinde, zarara uğrayan organların yanı sıra “işgöremezlik oranı”nın dikkate alınkası gereteceği açıklaması yer almasına; beden gücü kaybı veya maluliyet oranı denilmeyip “işgöremezlik oranı” denilmesine göre, yakınların manevi tazminat istemlerini haklı kılacak “ağır bedensel zararlar” yukarda sayılanlarla ve zarar gören kişinin yaşam boyu bakıma muhtaç olma durumu ile sınırlı olmamalı; zarar gören kişinin yaşına, mesleğine, hangi organını daha çok kullandığına, yitirilen organın mesleği bırakma veya değiştirme zorunda bırakıp bırakmadığına; yaşamını ve sağlığını ne derece etkilediğine bakılmalıdır.
Yeni düzenlemede, yakınların manevi tazminat isteyebilmeleri, zarar görenle birlikte onların yaşamlarında da köklü değişiklikler olması koşuluna bağlandığına; ağır bedensel zarara uğrayanın iş ve meslek yaşamında meydaan gelen köklü değişikliklerin, yakınlarına da yansıyacağı kabul olunmasına göre, Adalet Komisyonu raporundaki “işgöremezlik oranının” bedensel zararın ağırlığını ölçmede dikkate alınacağı uyarısı, zarar gören ve kaybedilen organın iş ve meslek yaşamına etkisi yönünden değerlendirilmelidir.
Örneğin, piyano veya keman sanatçısı virtiozluk derecesine ulaşmış olup da kaza sonucu yalnızca bir parmağı kopmuş olsa, artık meslek yaşamı sona erecek, bu bir felaket olacaktır. Çünkü böyle bir durumda hem kendisinin hem yakınlarının yaşamı değişmiş olacak, ruhsal sağlıkları bozulacak, umutları sönecek, yaşamdan zevk almaz hale gelecekler, mutsuz olacaklardır. Bu nedenle “ağır bedensel zarar” kabul edilmelidir.
Bunun gibi elinden sakatlanan operatör artık ameliyat yapamayacak; yenien uzmanlık stajına başlaması, yeni bir uzmanlık edinmesi gerekecektir.
Beden gücüyle kazanç elde eden işçi, teknisyen gibi kişilerin el, kol, bacak gibi organlarından birini kaybetmeleri “ağır bedensel zarar” olarak nitelenmek gerekecek; bu durum hem kendilerinin hem yakınlarının yaşam koşullarını değiştirecektir.
Buna karşılık, beden gücünden daha çok beyin gücüyle kazanç elde eden mali müşavir, avukat, mimar, mühendis, hatta hekim gibi kişilerin bir bacaklarını kaybetmeleri durumunda, günümüzde çok gelişmiş olan protezlerle sakatlıklarının hafifletilecek olması nedeniyle, gerek meslek yaşamlarında gerek günlük yaşamlarında fazla bir değişiklik olmayacaktır. Bu gibi durumlarda yakınların yaşam koşullarının da değişmeyeceği, dolayısıyla manevi tazminat isteyemeyecekleri sonucuna varılmalıdır.
ccc) Yakınların “ruhsal zararlarının” dikkate alınması gereği
TBK’nun 56/2.maddesine ilişkin Adalet Komisyonu Raporunda, ağır bedensel zararın takdirinde, zarara uğrayan organlar ile işgöremezlik oranından başka, uğranılan “ruhsal zararın” niteliğinin de dikkate alınacağı açıklanmasına göre, “ruhsal zarar”dan neyin anlaşılması ve yakınların manevi tazminat isteyebilmeleri için “ruhsal” sarsıntılarının ne şiddette olması gerektiği hususları üzerinde duracağız.
Her ne kadar, TBK 56.maddesi 2.fıkrasına ilişkin yorumlarda, önceki dönemde yakınların manevi tazminat isteyebilmeleri için gerekli görülen “ruhsal ve sinirsel yönden sağlıklarının bozulması” veya “duygusal ve kişisel değerlerinin ihlal edilmiş olması” koşullarının, yeni yasa ile ortadan kalkmış ve bunların yerini zarar görenin ve onunla birlikte yakınların yaşamlarında köklü değişiklik koşulunun almış olduğu görüşleri ileri sürülmekte ise de, Adalet Komisyonu Raporunda yakınların “ruhsal zararlarının” dikkate alınması gerekeceği açıklaması yapılmasına göre, bu konuda örnekler bulmaya çalışacağız.
Bunun en çarpıcı örneği, çocuğunun kaza geçirip koma halinde hastaneye kaldırıldığı haberini alan annenin, ağır ruhsal ve sinirsel sarsıntıya uğraması; çocuk komadan çıkıncaya karar sinirlerinin harap olması, derin acılar, üzünküler ve kaygılar içinde saatler ve günler geçirmesidir. Çocuk sonuçta tamamen iyileşip kalıcı bir hasar oluşmasa bile, annenin çektiği acılar manevi tazminat istemini haklı kılmalıdır.
Bu konuda Yargıtay kararındaki örneklerin tamamına yakını, kaza geçiren çocukların anne babalarının yaşadıklarına ilişkindir. Bir Yargıtay kararında, yaralanarak bedensel zarara uğrayan oğlu yüzünden ruh sağlığı bozulup tedavi olmak zorunda kalan babanın, aradaki nedensellik bağı nedeniyle; bir başka kararda, henüz sekiz aylık çocuklarının trafik kazası sonucu yaralanması üzerine, ana ve babanın, uygun nedensellik bağı ve hukuka aykırılık koşulları gerçekleşmiş olması nedeniyle; gene bir başka kararda, çocuğun sakatlık oranı az da olsa, onun yaşam boyu aksayarak yürüyecek olmasının anne ve baba için üzüntü ve elem kaynağı olacağı gerekçesiyle, manevi tazminat isteklerinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.[13]
Yargıtay’ın bir kararında, “trafik kazasında ağır yaralanarak yüzünde sabit eser niteliğinde iz kalan kız çocuğunun durumunun, tüm yaşamı boyunca aile içinde bunu izlemek zorunda kalacak ve kızına her bakışında üzünkü duyacak olan babanın duygusal kişilik değerlerine saldırı oluşturacağı; bu nedenle (önceki) BK 47.maddesi aşılarak 49.maddesine göre, uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekeceği” sonucuna varılmış ise de, bunun doğru olmadığı düşüncesindeyiz.[14] Eğer kız çocuğunun yüzündeki kalıcı iz veya yüz şeklinin değişmiş olması, onun geleceğini tehlikeye sokmuş, iş bulma ve evlenme şansını azaltmış olsaydı, bu durum anne ve babanın geleceğe yönelik umutlarını söndürmüş, kızları için düşledikleri parlak ve mutlu geleceği artık olanaksız kılmış olacağından, ruhsal yönden sarsılacaklar; değişen yaşam koşullarını içlerine sindirmekte zorlanacaklardı. İşte bu durum manevi tazminat isteğini haklı kılacaktı. Kararda olduğu gibi salt üzüntü duymuş olmalarının manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli olmayacağı düşüncesindeyiz.
Yeri gelmişken estetik zararlardan ve ekonomik geleceğin sarsılmasından bir parça söz edelim. Çünkü bu iki durumda hem zarar görenin hem yakınlarının yaşamlarında köklü değşiklikler olabilmektedir.
Bu konuda şöyle örnekler verebiliriz: Mankenlik, sinema ve tiyatro oyunculuğu, televizyon sunuculuğu, şarkıcılık hosteslik gibi mesleklerde, hatta garsonluk, tezgahtarlık, sekreterlik gibi işleri yapanlarda görsellik, günümüzde büyük önem taşıdığından, bu gibi kişilerin yüzlerinde veya bedenlerinde önemli derecede estetik bozukluklar, mesleklerini ve işlerini sonlandırmaları sonucunu doğurabilmekte; bu durum onları maddi yönden zarara uğrattığı kadar, manevi yönden de ruhsal çöküntüye uğratacak derecede sarsmaktadır. Böyle durumlar kesinlikle yakınlarına da yansımakta, onları da etkilemekte; maddi yönü bir yana, bu mesleklerin parlak geleceğinden yoksunluk, yakınları da ruhsal yönden sarsmaktadır. Çünkü özellikle her anne baba, çocuklarının toplumda önemli yerlere gelmesini, büyük başarılar elde etmesini isterler; bu istek ve umut, kötü bir kazayla gerçekleşmez hale gelmişse elbette ruhsal yönden sarsılmış olacaklardır. Bu ise, manevi tazminat istemini haklı kılmalıdır.
Konuyu salt ekonomik geleceğin sarsılması yönünden ele alırsak, (TBK m.54/4) askerlik, polislik, sporculuk, özellikle futbol oyunculuğu gibi mesleklerde, kişilerin kendine özgü bir meslek sevgileri, yükselme hırsları vardır; bu hırs her zaman parasal hedeflerin çok üstündedir. Bu kişilerin bedenlerinde en hafif eksilme bile büyük felakettir. Bunlar bedensel zarara uğradıktan sonra, büsbütün iyileşmiş olsalar bile, eğer kasları eski esnekliğine kavuşamıyorsa, kazadan önceki vücut çevikliğini elde edemiyorlarsa mesleki yönden yetenekleri azalmış olacak; bu da mesleki ilerlemelerini engelleyecek; subay, astsubay, polis iseler bazı durumlarda malulen emekli edilecekler; sporcu iseler, kalıcı bir sakalıkları olmasa bile, sporun gerektirdiği seri ve koordineli hareketleri yapamayacak duruma gelmişlerse spor yaşamları sona erecektir. İşte bir subayın veya polisin, mesleği seçişlerinde en büyük hayalleri olan yüksek derecelere ulaşmaktan yoksun kalmaları; bir futbol oyuncusunun sahalardan yükselen alkışları duyamayacak hale gelmesi, umduğu büyük üne artık erişemeyecek olması, hem onları hem yakınlarını ruhsal yönden sarsacaktır. Bu çizdiğimiz tablodaki durumlar da “ağır bedensel zarar” kapsamında, zarar görenin olduğu kadar yakınlarının manevi tazminat isteklerini haklı kılmayı gerektirmelidir.
Adalet Komisyonu raporundaki, manevi tazminatın takdirinde “ruhsal zararın” dikkate alınması gerektiği açıklaması, önceki dönemin, zarar görenin yakınlarının ruhsal ve sinirsel, hatta duygusal yönden etkilenmiş olmaları koşullarından büsbütün vazgeçilmediği izlenimini vermektedir. Buna dayanarak yukardaki örnekleri sıraladık.
Ayrıca, Adalet Komisyonu Raporunda, ağır bedensel zararın, dolayısıyla yakınların manevi tazminat istemlerinin takdirinde, “diğer durumlar” da gözetilecektir, denilmesine göre, yukarda verdiğimiz örneklerin “diğer durumlar” kapsamında düşünülmesi de mümkün olmalıdır.
- bb) TBK’nun 56/2.maddesindeki “yakınlar” kimler olabilir ya da olmalıdır
TBK’nun 56.maddesi 2.fıkrasına ilişkin Adalet Komisyonu raporunda “yakın” kavramının belirtilmesinde, ağır bedensel zarara uğrayanla yakın olduğu iddia edilen kişi arasında “düzenli ve yoğun bir ilişkinin” ve olay sebebiyle bedellendirilebilecek “ağır bir teessürün” (üzüntünün) varlığı gözetilecektir, denilmiş olup, bu iki hususu aşağıda ayrı ayrı ele alacağız.
aaa) Zarar gören ile yakınlar arasında “düzenli ve yoğun ilişkinin” varlığı
Zarar gören ile yakınlar arasında “düzenli ve yoğun ilişki” kural olarak, aynı evde birlikte yaşayanlar için söz konusu olabilir. Ancak, evden ayrılıp gitmiş, evlenmiş ve kendi yuvalarını kurmuş olan yetişkin çocuklardan, özellikle kızlar, sık sık ana baba evine gelip onlara yardım ediyorlarsa, hastalıklarında yanlarında kalıyorlarsa, bu gibi durumların da “düzenli ve yoğun ilişki” sayılması gerekir. Buna karşılık yetişkin çocuklar, anne babalarıyla düzenli ve yoğun ilişki içinde değillerse, başka şehirlerde veya ülkelerde yaşıyorlarsa, anne babadan birinin ağır bedensel zarara uğraması, onların yaşamlarında bir değişikliğe neden olmayacağından, TBK’derin üzüntü duymaları, manevi tazminat istemini haklı kılmayacaktır.
Önceki yasa dönemindeki Yargıtay kararlarında, birlikte yaşama, “düzenli ve yoğun ilişki” gibi durumlara bakılmadığı gibi, avukatlar da açtıkları davalarda, daha fazla tazminat alınabileceği sanısıyla, geniş aile içinde yer alan bireylerin neredeyse tümü için manevi tazminat istemekte; çoğu mahkemeler bir ayrıma gitmeksizin ve yeni yasa hükmünü dikkate almaksızın manevi tazminata hükmetmektedirler.
Örneğin, 6098 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.03.2014 tarihli kararında, düzenli ve yoğun ilişkinin var olup olmadığına bakılmaksızın, ağır bedensel zarara uğrayan kişinin aynı evde yaşamayan çocukları için manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği sonucuna varmış; bu kararı verirken, olayın 6098 sayılı TBK’nun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte gerçekleşmiş olduğu düşüncesiyle, önceki dönemdeki uygulamayı sürdürmüştür. Oysa 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki 6101 sayılı Kanun’un 7.maddesine göre, TBK’nun 56/2.maddesinin uygulanması gerekirdi. Öyle olunca da, anne babalarından ayrı evde ve uzakta yaşayan çocukların babalarının ağır bedensel zarara uğramış olmasının, onların yaşam koşullarında değişikliğe neden olup olmadığına bakılacak; olaydan dolayı sarsılmış ve üzülmüş olmaları, manevi tazminat alabilmeleri için yeterli bulunmayacaktı.[15]
Olağan koşullarda, ölenin veya ağır bedensel zarara uğrayanın yakınlarının “eş, çocuklar, anne, baba, kardeşler” olması gerekir. Ancak, bunların hepsi için her durumda a manevi tazminat istenmemeli, olayın özelliğine bakılmalıdır. Örneğin eş ve çocuklardan oluşan çekirdek ailede bireylerden birinin ağır bedensel zarara uğraması, aynı evde ve birlikte oturmayanların yaşamlarında bir değişikliğe neden olmamışsa, onlar için bir bakım zorunluluğu doğmamışsa, yalnızca eş ve çocuklar manevi tazminat isteyebilmelidirler.
Aynı evde birlikte oturma ve yaşamı paylaşma değişik durumlarda olabilir. Örneğin, evli oğullarıyla aynı evde oturan anne ve babadan biri ağır bedensel zarara uğradığında, bakım işini oğul ile gelin üstlenmişlerse, onların manevi tazminat istekleri kabul olunmalıdır. Yaşı ilerlemesine karşın evlenmemiş olup anne ve babasıyla aynı evde oturan kız evlat veya kocasının ölümü üzerine çocuklarıyla birlikte baba evine sığınan dul kadın, anne ve babadan birinin ağır bedensel zarara uğraması nedeniyle bakım işini üstlenmişse, manevi tazminat isteyebilecektir. Evlenmemiş veya dul kalmış kardeşler aynı evde birlikte yaşıyorlarsa, bunlardan birinin kaza geçirip bakıma muhtaç hale gelmesi durumunda, bakım işini üstlenen kardeş manevi tazminat isteyebilecektir. Bu tür örnekler çoğaltılabilir.
Özetle, 6098 sayılı TBK’nun 56.maddesi 2.fıkrasına göre, ağır bedensel zarara uğrayanın yakınlarının manevi tazminat isteyebilmeleri için üzülmüş, ruhsal yönden sarsılmış olmaları yeteril olmayıp, zarara uğrayanla birlikte yaşamlarında değişiklik olmuş, bazı yükümlülükler üstlenmiş bulunmaları gerekmektedir. Samsun tazminat avukatı olarak , müvekkillerimizin haklarını tazminini sağlayacak işlemler yapıyoruz.
[1]a Fulya Erlüle,Bedensel Bütünlüğün İhlalinde Manevi Tazminat, 2.baskı, Seçkin Yayını 2015 – a Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2014, sf.532 vd. ”“ Haluk N. Nomer. Maddi Tazminatın Belirlenmesi,1996 – Haluk Tandoğan, Türk Me suliyet Hukuku, 1961
[2] Fulya Erlüle, age, sf. 25-64
[3] a F.Erlüle, age.,sf.53,56,61
[4]a F.Erlüle, age.,sf.26
[5] a Yargıtay 21.HD.03.07.2006, E.2006/4815-K.2006/7231 sayılı, 9.HD.08.04.2002, E.2002/6786-K.2002/5901 sayılı kararları. Başka karar örnekleri: “Manevi ödenceye karar verilebilmesi için, bir kimsenin mutlaka meslekte kazanma gücünde bir kaybın meydana gelmesi gerekmez; acı ve elem (ızdırap) çekmesi, manevi ödence verilmesi için yeterlidir.” (9.HD.16.03.1989, E.1988/12884-K,1989/2409 sayılı kararı)-“Davacının maluliyet oranı olmasa bile, üzüntü ve elem duyması, ruh bütünlüğünün ihlali, sinir bozukluğu da bedensel zarar kavramına dahil bulunduğundan, oluşan koşullara göre uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.” (21.HD. 05.11.1998, E.1998/7006-K.1998/7419 sayılı kararı) – “Trafik kazasında yaralanan davacının, yüzünde sabit eser kalmamış olsa dahi manevi tazminata hükmetmek gerekir.”(4.HD.02.12.1986, E.1986/ 17516-K.1986/8152 sayılı kararı)
[6] Yargıtay HGK. 26.04.1995, E. 95/11-122 a K.430 (YKD.1995/10-1522) ”“ Ayrıca HGK. 02.12.1987, E. 87/4-214 K.894 (YKD.1988/4-464); 21.HD. 07.11.2000, 7228 – 7652 (YKD.2001/7-1067) ; a 4.HD. 29.03.1983, 2065-3423 (Yasa HD. 1983/5-735,no: 157)
[7] a Adli Tıp Kurumu 3.İhtisas Kurulu’nca, İstanbul 2.Asliye Ticaret Mahkemesi 2001/662 esas sayılı dosyasına verilen 14.08.2002 gün 4980 sayılı rapor.
[8] a F.Erlüle, age.,sf.240
[9]a a Yargıtay 4.HD.19.04.1982, E.1982/3059 K.1982/3938 sayılı kararı.
[10] Mahkemece, davacının evli olduğu, eşinin yardımından yararlanabileceği gerekçesiyle hesaplanan zarardan indirim yapılarak, eşine bakıcı külfeti yüklenmiştir. Davalı, zararı gidermekle yükümlü olup, anılan gerekçeyle bakıcı giderinden indirim yapılması usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulması gerekmiştir. (17.HD.30.05.2016, E.2016/7084-K.2016/6564)- Mahkemece, davacının aile birliği içerisinde bakılacağı görüşüyle hakkaniyet indirimi yapan rapora göre karar verilmiş ise de, aile bireylerine böyle bir yükümlülük yüklenemeyeceği gibi, dışarıdan bir bakıcı tutulmuş olsa idi ne kadar zararının olduğu belirlenerek hüküm verilmesi gerekir. (17.HD.08.05.2018,E.2015/16479-K.2018/4731)-Başka kararlar: 17.HD.11.12.2017, E.2017/ 1726-K.2017/11442 sayılı ve 26.11.2015 E.2014/5424-K.2015/1 sayılı kararları.
[11] a F.Erlüle. age, sf.272-274
[12] F.Erlüle, age.,sf.285 – Yargıtay’ın 1983 yılından başlayarak, 6098 sayılı TBK’nun yürürlüğe girdiği 2012 yılına kadar verdiği kararlarda, yakınların manevi tazminat isteme hakları, doğrudan zarar görüp fiziksel ve ruhsal rahatsızlık geçirmeleri koşuluna bağlanmışken, Hukuk Genel Kurulu’nun 1998 yılında verdiği kararında ve onu izleyen bazı Özel daire kararlarında, doğrudan zarar görme koşulu aranmayıp, duygusal yönden etkilenmeleri yeterli görülmüş; BK. m.47 yerine, BK.m.49’daki kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesine dayanılmıştır.
[13] a Yargıtay kararları sırasıyla: HGK.02.12.1987, E.1987/4-214-K.1987/894 (YKD.1988/4-463) sayılı, HGK. 26.04.1995, E.1995/11-122-K.1995/430 (YKD.1995/10-1520) sayılı, 17.HD.03.10.2017, E.2015/994 K.2017/8503 sayılı (Kazancı Yazılım) kararları.
[14]a Yargıtay 4.HD.14.05.1998, E.1998/9223-K.1998/3428 sayılı kararı (YKD.1998/8-1146)
[15] a Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.03.2014 gün E.2014/21-2219-K.2014/411 sayılı kararı.